Ege Maden İhracatçı Birliği Yönetim Kurulu Başkanı Mevlüt Kaya :
“Bugüne kadar başımı yere eğecek bir hata yapmadım”
“Beni değil, bizi önceleyen; inadına üretim, inadına ihracat; 16 STK ile tek ses olmayı başardık.” Bu sözler kime ait diye sorsak eminiz ki bir çoğunuz hemen bilecektir. Evet! Ege Maden İhracatçı Birliği Yönetim Kurulu Başkanı Mevlüt Kaya’ya ait. Her bulunduğu ortamda birlik olmanın, tek ses olmanın, üretimin önemini bıkmadan usanmadan anlattı. Onun döneminde sektörde özlenen birlik ve beraberlik duygusu can buldu. Kendisi, Nisan ayında yapılacak seçimin ardından, başkanlık koltuğunu devretmeye hazırlanıyor. Dile kolay 8 yıl! Neler yaşandı, neler yarım kaldı? Yolculuğa çıkarken hangi hedefler vardı? Hepsini konuşmak için Ege İhracatçı Birliği’nde kendisi ile buluştuk.
Sekiz yıllık başkanlık süreci Mevlüt Kaya’ya neler kattı, neler öğretti?
Hayatımızın son dakikasına kadar hayat bize bir şeyler öğretiyor. Öncesinde üç dönem yönetim kurulu üyeliğimi de sayarsak şunu gördüm ki; eğer egonuzu yenerseniz, ben değil bizi öncelerseniz ve kelimelerinizi eğip bükmeden yüreğinizden gönderirseniz, hedefinize ulaşıyorsunuz. Şu örneği hep veririm; pırıl pırıl tertemiz bir kova suyun içine küçük bir şey düşürse, o suyu içemez dökersiniz. Şu anda 16 STK’nın bir araya gelmesindeki başarının nedeni de 16 tane egosu şişik olmayan, ben değil bizi, sektörü önceleyen başkanların olmasıdır. Sektörün buna çok ihtiyacı vardı. Yaklaşık 40 senedir bu sektördeyim. En büyük sıkıntı STK’ların, özellikle de başkanlar düzeyinde sağa sola çekiştirilmesiydi. Bu da Ankara’nın işine geliyordu. Çünkü o birlik ve bütünlük olmayınca yaptığımız tüm hamleler savuşturuluyordu. Biz 16 STK ile tek ses olmayı başardık ve Ankara’ya keşkelerimizi tüketerek gittik. Çok da ciddi sonuçlar elde ettik. Şu an tüm sektörlerde olduğu gibi bizde de bazı sıkıntılar var. Buna rağmen en derli toplu, tek ses çıkarabilen sektörlerden birisi, madencilik sektörü. Beni değil, bizi öncelediğimizde çok daha saygınlık kazanıyorsunuz.
Seçimden sonra yönetim kadroları değişirse bu birlikteliğin sarsılacağını, devam edemeyeceğini düşünüyor musunuz?
Biz bunu söylediğimiz zaman bazı arkadaşlarımız, siz taraf gibi konuşuyorsunuz diyor. Aslında biz tarafız ama birlikteliğin, sektörün bütünlüğünün, oluşan bazı geleneklerin sürdürülmesinin tarafıyız. Birlikleri bozacak, egosu şişik, benden ötesini görmeyen başkan ve yönetimlerin olmamasını istedik ve bunu da her yerde dillendirdik. Bunu destek olduğumuz, sevdiğimiz insanların seçilmesi anlamında asla söylemiyorum. Sektör adına, gelinen noktanın korunması adına söylüyorum. Hayatımız Maden, Amorf gibi çok güzel çalışmalar yapıldı. Yaptığımız tüm etkinliklerde, etkinliği kim yaparsa yapsın 16 STK’nın tamamı üyeleriyle birlikte, o etkinliğin sahibi oldu. Bunlar, yönetimler de değişse yeni yönetimlerin heyecanıyla çok daha üstte taşınmalı. Umarım nisandaki seçimlerde sektör, bu düşünceler ışığında yönetimleri belirler.
Bu yolculuğa çıkarken sizin hedefiniz, hayaliniz neydi?
Madencilik sektörünün inanılmaz kötü bir algısı vardı. Lobi yapabilecek ne maddi ne manevi olanağımız vardı. Türkiye genelinde tek ses olabilmek, madenciliğin yanlış bilinen doğrularını anlatmak ve üzerimizdeki bu algıyı yıkmak hayalimdi. Sadece benim değil, arkadaşlarımızın da hayaliydi ve bunu başarabildik. Fakat yetiyor mu? Hayır. Umarım bundan sonraki yönetimler bunu daha da ileri seviyeye taşırlar. Kendi öz denetimlerimizi yapmamız gerekiyor. Bunun için bakanlık nezdinde girişimlerde bulunduk. Önce insan ve çevreyi sözde değil, eylemde de sahiplendiğimizi göstermek istedik. Bununla ilgili başlattığımız çalışmalar, pandemi ve ekonomik dalgalanmalar gibi durumlardan dolayı benim dönemimde sonuçlanamadı. Pandemide de yerli değerlerimizin ne kadar önemli olduğunu anladık. Kendi topraklarımızdan çıkan madenleri ‘bu değer benim’ diyerek sahiplenirsek, marka olmada üst aşamalara geliriz. Bunun için gençlerin dinamizminin öneminden bahsediyorlar. Kesinlikle katılıyorum ama deneyimleriyle, birikimleriyle dünü sağlam olan teknik direktöre de ihtiyaç var. Şu an yönetim şekillenirken, gençlere bırakalım diyorlar. Tabii ki bırakalım fakat o gençlerin dinamizmini doğru mecralara yönlendirecek ve onların bu heyecanını daha pozitif hale getirecek iyi bir teknik direktör ve ekibin içine de abiler koymak lazım. Ben kesinlikle yönetim yapılanmalarında da buna özen gösterileceğine inanıyorum ve başarılı olunacağına inanıyorum.
Çok fazla tecrübeleri olmadığını düşündüğünüz için yönetimin başında gençler değil de tecrübesi olan kişiler mi olmalı diyorsunuz?
Dünyanın en pahalı spor kulüpleri o takımın başına teknik direktör olarak 20-23 yaşındaki çocukları değil de, sahalarda ter dökmüş deneyimleri olan birini getiriyorlar. Sahaya da genci çıkarıyorlar. Üniversiteye giden birisi, önce stajını yapıyor. Böylece edindiği bilgilerin pratiğini işliyor. Yönetim yapılanmaları sadece gençlerden ya da yaşlılardan olmamalı. Bu harmanı iyi kurmak lazım. Yapılanmada benim de destek verdiğim kurula, “Kuracağınız yapının %80’i genç olmalı” ricasında bulundum. O dinamizme, farklı pencereleri kullanan gençlere ihtiyacımız var. Gençlere güvenim, sonsuz.
Dolar kurunun 18 TL’ye çıktığı süreçte yapılan zamlar, dolar kuru düştüğünde geri alınmadı. Enflasyon ve yüksek girdi maliyetleri ihracatçıyı nasıl etkiliyor?
Dünya nasıl etkileniyorsa biz de öyle etkileniyoruz. Ülke olarak enerjinin tamamını dışarıdan almamızdan kaynaklı, çevremizdeki olaylardan da etkileniyoruz. Döviz 18’e çıktığında zam yağmuruna yakalandık. Bir anda dolar 12,5 seviyelerine düştüğünde ise o zam yağmurundan bir tanesi bile çekilmedi. Dolayısıyla bu dalgalanmadan etkilenmeyecek bir tek sektör yok.
Peki ne yapılmalı? Sektör bu durumda sabretmeli mi? Bununla ilgili almaya çalıştığınız bir önlem var mı? Sektörden size gelen talepler neler?
Döviz dalgalanmaları sektörü inanılmaz rahatsız etti. Gelen zamların artık tolere edilemez duruma gelmesiyle küçülmeye gidildi. Mevcut müşteri portföyü 20 tane ise bunu 15’e düşürmeye çalışan birçok firma tanıyorum. Bu dönemi kar etmeden çok az tolere edilebilir bir zarar ile geçirebilmek, en büyük kardır düşüncesi var. Ben de aynı düşüncedeyim. Bu fırtınalı dönemde yapabileceğimiz en hızlı bir şekilde daha korunaklı bir yere geçmek. Islanacak mıyız? Tabii ki ıslanıyoruz. Her firma kendi özelinde tedbirlerini alırken makro düzeyde devletin de alması gereken tedbirler var. Bununla ilgili de çalışmalar var. İhracatı geliştirme fonumuz daha devreye girmedi. KGF (Kredi Garanti Fonu) tekrar devreye girdi. Merkez bankasından daha düşük faizli kredilerle sektör takviye edilmeye çalışılıyor. Bizim sloganımız belli: ‘’Başka Türkiye yok. İnadına üretim, inadına ihracat.” Bunu yapmak zorundayız. Burada öncü kuvvetler de ithal girdisi olmayan öz kaynaklarımız. Fırtınadan çıkabilmemizi sağlayacak tarım ve maden gibi değerlerimizi işleyip, ihraç etmeliyiz.
İşlenmiş mermer ihracatı arttı fakat bu kez de Çin’e gerçekleştirilen ihracatta düşüş oldu. Çin’de neler oluyor?
Pandemi, Çin’in kendi kaynaklarına dönmesi gibi durumlar Çin ihracatını etkili oldu. Evet Çin durdu ama toplam maden ihracatımızda kaybımız olmadı. İhracatımızda %38’e varan bir artış yaşandı. Dolayısıyla tüh Çin’de blok satışı azaldı gibi bir durum yok. Ben toplam ihracat rakamına bakıyorum. Çin çok iyiyken 4 milyar 750 milyon dolar olan ihracat rakamı, Çin’in yavaşladığı dönem 6 milyar dolara yükselmişse o zaman doğru bir iş yapmışızdır.
Fakat bir tarafta da sadece blok çalışan firmalar var. Onlar bu durumdan ciddi anlamda etkilenmiyor mu?
İşletmenizin farklı bölümleri vardır. Bazı bölümleri zarar verebilir. Firma sahibi olarak o firmanın totaline bakarsınız. Bu firma yıl sonu itibariyle ne kazandı? Zarar ettiğini düşündüğünüz bölümü rehabilite edersiniz. Şu anda blokçular da kendilerini rehabilite etmeye başladılar. Dediler ki bir dakika tek başına blok satma ile bu iş olmuyor. Yanında fabrikan da olacak.
Sadece aracılık yapan fabrikası olmayan firmalar da var. Onlar ne yapmalı?
Aracılık yapan çoğu firma da işlenmiş ürün satmaya başladı. Önemli olan madencilik sektörünün totalde ülkemize ne getirdiği, nasıl bir seyir izlediğidir. Şu anda da doğru bir yolda. En önemli şey uç ürünlere yönelim başlandı. Dünya doğal taş pazarı 18-25 milyar dolar arası bir rakam ve bunu çok büyütemezsiniz. Bu dilimden pay almak, miktarla olmaz. 85 milyonun sahip olduğu bu değerleri çok düşük fiyatlarla miktar arttırarak satmak, ev sahibine yani ülkeye yanlıştır. İşte bizim tüm sektörlerden farkımız burada. Bizim bir kere değil bin kere düşünmemiz gerekiyor. O yüzden bu 25 milyarın en az %20’sini almamız gerekiyor. Bu da uç ürünlerle olur. Sektör de buna yöneldi. Beni de en çok mutlu eden budur. En zor zamanlarda bile mucizeler yaratan bir sektör. Ekmeğini taştan çıkarmak da böyle bir şey zaten.
Sektörün markalaşma konusuna yeterli özeni gösterdiğini düşünüyor musunuz?
Tek tek markalaşmak biraz zor ve güç isteyen bir şey. İtalyanların yaptığı Made in Italy markasıdır. Firma 6 ay önce bile sektöre başlasa, ‘Made in Italy’ markası adı altında satış yapabiliyor. Eğer 85 milyonu bu sektöre sahip çıkar hale getirirseniz, ülke markasını yaratır. Algı problemi çözülür ve madencilik sektörü ülkenin tamamının sahiplendiği bir sektör haline gelirse zaten o zaman markayı ülke, mimarıyla tasarımcısıyla hükümetiyle kendisi yaratıyor. Dünyanın en büyük renk seleksiyonuna sahip olan, hangi renk moda olursa anında bunu bağrında çıkaran bir ülkede yaşıyoruz. Fakat rezervlerinizin olması tek başına yeterli değil. Rezerv açışından avantajlı durumumuzun zaman içerisinde ülke markasını yaratacağına inanıyorum.
Şu an yeni dönem başkanının karşınızda olduğunu düşünün ve koltuğu ona devrediyorsunuz. Kendisine neler söylemek istersiniz?
Bu zamana kadar öğrendiklerimle kendisine sadece şunu söyleyebilirim: “Ne olur egonu evde bırakıp ihrcatçı birliklerine gel. Egon üzerinde geldiyse de toplantıya girmeden kapının dışında bırakıp içeriye gir. Bunu başardığın an her şeye objektif bakıp tüm fikirlere açık bir hale geliyorsun. Böylece muhteşem bir servet, ortak akıl ortaya çıkıyor.” Benim bir ağabey olarak sadece tek ricam bu olur.
Sizi bundan sonra da sahalarda görmeye devam edecek miyiz? Seçimden sonraki planlarınız nelerdir?
İşin başına çocuklarım geçtiler. Çok çalıştım ve bu yüzden kendimi eşime karşı borçlu hissediyorum. Kalan ömrümü de eşime olan borcumu ödemek için çalışacağım, ona zaman ayıracağım. Başka hiçbir düşüncem yok. Arada dostlarımı ziyaret edeceğim. Tabi ben yine de duramam fakat en azından her gün sabah 6’da işe gitmeyeceğim. Bugüne kadar başımı yere eğecek bir hata yapmadım. Seçim bittiğinde genel kurulda arkadaşlarımın gözlerinin içine bakarak onlardan helallik isteyip, hayatıma döneceğim.