Afyon İscehisar’da sektörün öncü isimlerinden birisi konuğumuz. Nüfus kayıtlarında adı soyadı Mehmet Özcan ama bu sektörde herkes onu lakabıyla tanır…
Türkiye’de mermer sektörünün gelişmesinde hiç kuşkusuz bu sektörün duayen isimlerinin çok büyük katkısı var. Afyon ise bu sektörde pek çok ilkleri içinde barındırıyor. Bu sayımızda işte sizlere öyle bir isimi tanıtmaya, anlatmaya çalışacağız. Mehmet Özcan adını pek çok kişi hatırlamaya çalışacaktır ancak “Karamehmet” dediğimizde herkes o ismin kim olduğunu anında hatırlayacaktır. Evet sizlere bu sayımızda anlatacağımız kişi 80 yaşında hala sektöre katkı koymak için heyecanını kaybetmemiş değerli bir büyüğümüz olan “Karamehmet” yani Mehmet Özcan…
Mermere ilk olarak ne zaman ve nerede başladınız?
1950 yılında ben ilkokulu bitirdim ve o zaman başladım bu işe. İmkan yoktu okuyamadık ondan sonra. O zamanlar herkesi işe almıyorlardı ama benim yakın bir akrabam vardı, çok çalışkan olduğum için o beni aldı götürdü. Alimoğlu’nun ocağında çalışmaya başladım.1957 yılında askere gittim. Amasya’da 24 ay askerlik yaptım. Askerden 1959’da geldikten sonra tekrar Alimoğlu’nda çalışmaya devam ettim. 1961 yılında İscehisar’da kendi ocağımızı açtık. O zamanlar 10 santimetre genişliğinde 30 santimetre derinliğinde demir levhalarla vurarak patlatıyorduk taşı. Bazı taşları ortasından yarardık, aynı günde iki parça olarak çıkartırdık ama bazı taşları çıkartmamız bir hafta devam ederdi. El gücümüzden başka bir gücümüz yoktu. Krikolarla 20 – 30 tonluk taşları dahi kaldırıyorduk bu şekilde. O taşları taşımak için rampa yapıyorduk, arabalar yanaşıyordu, krikolarla arabaya yüklüyorduk. Daha sonra Denizli’de traverten ocağı açtım.. Orada traverten yüzde 90 benim sayemde yayıldı. Ben ocak ruhsatı aldım, Alimoğlu’na önerdim, onlar ocak ruhsatı aldı ve yayıldı. O zamanlar traverteni satmak da zordu. Denizli’den alıp İstanbula yedi günde götürüyorduk. Ankara’ya 4 günde götürüyorduk. Mermerci az olduğu için bu zor şartlarda işlerimizi yürüttük. 1968’de kompresör aldık. Delikleri kompresörle deliyorduk. 1974’te 955 denen kepçeyi Afyon’a ilk ben getirdim. Alimoğlu dahil kimsede yoktu. İhracat için birini bulduk, ondan sonra böyle devam ettik.
İhraç ettikleriniz Afyon taşı mıydı?
Afyon taşı ihraç ediyorduk. Denizli’deki ocaktan ihracatımız yoktu.
O dönem sadece blok satışı mı yapıyordunuz?
Evet, sadece blok üretip satıyorduk. Ankara’da, İzmir’de, İstanbul’da fabrikalara satıyorduk.
Fabrikacılığınız nasıl başladı?
1975-1985 arası mermer işlerini yavaşlatıp, müteahhitlik yaptım. Bu dönemde mermer alanında sadece ocak işiyle meşgul olduk. 1985 – 1986 yıllarından sonra mermerciliğe daha çok önem verdik ve fabrika yatırımı yaptık ve fabrikacılık bizim için başladı. O döneme kadar bütün taşları dışarıya veriyorduk. Bahsettiğim dönemde bir fabrika kurduk. Daha sonra ikinci ve üçüncü fabrikayı açtık. Denizlide’ki ocaklarımız iyi gidiyordu, 1990’dan sonra oraya bir fabrika yaptık. Fabrika yapana kadar onları da blok olarak satıyorduk. Daha hesaplı geliyordu blok olarak satmak. Afyon’daki ilk fabrikamızda iki tane este makinamız vardı. Daha sonra basit bir kumlu katrak makinası koyduk. 1990’dan sonra oğlum Remzi ve kardeşi de işe katıldılar böylece fabrikada daha iyi üretim ve pazarlama yapar hale gelid.
Hiç yurtdışına çıktınız mı?
Ben gitmedim ama çocuklarım gidiyor, gitseymişim iyiymiş ama nasip olmadı. Doya doya git artık deseler de gidemiyorum. Benim gayem çocuklarım yaşasın, gitsin, görsün. Biz Allah’a şükür bu günlere geldik gördük. Maşallah çocuklarım da götürüyor işleri. Denizli’deki fabrikamız da iyi durumda. Denizli’nin çok güzel bir yerinde alan, önünde şelale gibi bir akan suyu var. Bakalım. Afyon’da ki fabrikada çok iyi durumda, ocaklarda Allah’a şükür öyle.
Sektöre girdiğinizde, hayalinizde fabrikalar kurmak, işi büyütmek var mıydı?
Tabiki, ama bencil değildim hem kendi ocaklarım, fabrikalarım olsun istedim hem de bölgemde ki insanların fabrikaları, ocakları olsun istedim. Bunun için sermayesini, bilgisini kendim koyarak en az 20 ortaklık yaptım. Çok şükür bugün ortaklık yaparak sektöre girmelerine vesile olduğum insanların hem ocakları hem de fabrikaları var. Çok şükür bugün hiçbiri de önümden geçmez, saygısını gösterirler ben de böyle çok mutlu ve huzurlu oluyorum. Afyonkarahisar’da öncesinde fabrika yoktu. İlk fabrikayı benim başkanı olduğum İscehisar Mermerciler Kooperatifi olarak kurduk. Allah bize cesaret verdi. Paramız yoktu ama dürüst çalıştığım için ihtiyacımız olan şeyleri alabiliyordum.
Kooperatifi ne zaman kurdunuz?
1969 yılında ben başkan oldum. 1972 yılına kadar o hale getirdik. Benden önce olan arkadaşlar beceremediler o işi. Ağaçlar diktiler, milletin az olan parasını yediler. Daha sonra beni seçtiler. Ben bu işlerle uğraşamam dedim. Eğer arkamda duruyorsanız, mermer işine karışmayın dedim. Velhasıl, böyle başladık. Başkan seçilince Ankara’ya gittim. O dönem Afyon milletvekili ve Başbakan Yardımcısı Hasan Dinçer vardı. Kendisini iyi tanırdım. Hatta bir dönemde de benim avukatlığımı yapmıştı. Eskiden tanışıklığımız vardı. Başbakan İsmet İnönü’ydü. Onun yanına gittim. Bana “Kooperatiften bahsediyorsun ama 3 yıldır hiçbir şey yapılmamış” dedi. Ben de kooperatife yeni başkan olduğumu söyledim. Bütün derdimizi anlattım. O zaten buraları iyi bilirdi. Sen geldiğin yere geri git dedi. Öyle başladık kooperatifi doğrultmaya. Kooperatifin kurulmasında müsebbiblerden biriydim. Ben de kurabilirdim ama o zamanlarlar ocakçılık daha iyiydi. Bütün İstanbullular bilirdi. Karamehmet olarak öyle bilinmeye başladım. Herkes Karamehmet diye gelirdi buraya. Hep öyle dendi, o lakap kaldı. Aslında ben Özcanlar Mermer diye firma kurmuştum ama biz Karamehmet diyeceğiz, öyle devam et dediler.
Karamehmet ismi ocaklarda güneşten yanmanızla konulmuş bir lakap değil mi?
Biz ne zorluklar çektik o ocaklarda. O zamanlarda vasıtalar yoktu 9 – 10 kilometrelik yolu yaya gidip çalışıyorduk. Fazla yeme/içme de yoktu. Zor şartlarda çalıştık. Belki de esmer tenli olduğum içindir ama ben lakabımın samimiyetimden, doğruluğumdan, birlikte çalışma arzumdan ve babacanlığımdan olduğunu düşünüyorum.
Devletten hiç destek aldınız mı?
Devletten hiç yardım almadık. 1970’ten sonra araç kullanmaya başladık. Bir iki ay vadeyle mazot aldığımız oluyordu tabi. Bize yardım olduysa öyle oldu. Böyle devam ettik çalışmaya. Şimdi çocuklara masal gelir bu anlattıklarımız. Koca bir tomruğu indirirdik, körük diye bir şey vardı, dört köşe haline getirebilmek için günlerce döverdik bloğu. 1971’de, ihracatçılık yapan Bekir Yıldırım’la tanıştım. Tanışmamız da şöyle gerçekleşti: Ben İstanbul’a bir kaç kişiyle görüşmeye gittim. O dönem beyaz ocağımız vardı. İstanbul’daki arkadaşım bana birinden bahsetti, seni yana yana arıyor, bu taşı ihraç etmek istiyor dedi. Gösterdiği taşa baktım, benim ocağımın taşı. Gelsin, görüşelim, konuşalım dedim. Telefon ettik, 10 dakika içinde geldi. Dedim ki, bizim maddi gücümüz yok, yardımcı olursan sana bu taşı veririm dedim. O dönemin parasına göre bana 50 bin lira avans verdi. O parayla üçüncü ve dördüncü kompresörümüzü aldık. Adam para için endişe etme dedi. Taşı yaptık adama gönderdik o da ihraç etti. Dört beş yıl onunla devam ettik. Beyrut’ta bir müşterisi vardı, taşı ona satıyordu. Tabi ki dönem dönem teşvikler oluyordu fakat sektörün önü bence ocak ruhsatlarının özel idareden alınıp maden dairesine verilmesiyle hızlandı ve fabrikalar kuruldu. Sonra ihracat başladı derken sektör şu anki konumuna geldi. Çok şükür bizde sektörde iyi bir konumdayız.
Ocaklarda ilk elmas teli ne zaman gördünüz, kullandınız?
Elmas tel daha yeni, 20, 25 yıllık bir şey. Bize ilk bu tarz makine Bulgaristan’dan geldi. Beşyüz metre tel var, o dönüyor, taşa takılıyor, kesiyor ve devam ediyor. O da faydalı olmaya başladı. Şimdi son model makinalar çıktı, daha güzel oldu. Şimdi elle bir şey yapılmıyor. Tel kesiyor, ayırıyor, yıkıyor.
Hala işinizin başındasınız ama fiilen kaç yaşına kadar bu sektörün içindeydiniz?
Bu sene pek gezemedim. Benim Türkiye’de gezmediğim yer yok. Her yeri geziyordum. Diyarbakır’a, Van Başkale, Trabzon, Zonguldak, Kastamonu, Samsun, Adana, Bartın, Mersin, her yere gittim. Çok yerde tanıdıklarım vardı. Onların tavsiyeleriyle ocak arıyorduk.
Nerelerde ocak açtınız?
Afyon’da, Bursa’da, Denizli’de, Burdur’da, Isparta’da, Konya’da, Şuhut’ta, Karaman’da, Biecik’te, Sivas’ta, Kayseri’de, Antalya’da, Eskişehir’de, Aydın’da ocak açtık. Sektöre en az sayısını unuttum da 100’den fazla ocak kazandırmışımdır. Yaşımdan dolayı bir takım sıkıntılarım oldu. Yürüyemiyorum çok fazla. Arabayla gidilebilecek yerlere gidiyorum. Her yere gitmek istiyorum ama bu kadarı oluyor. Çok uğraştım, Allah’a şükürler olsun, bütün mermerciler benim elimden geçti. Bugün Afyon’da büyük mermerciler arasında yer alan bazı mermerciler mermerin ne olduğunu bilmezdi, Karamehmet’in elinden geçti. 1969’da iki tane kamyon almıştık nakliye işleri için. Ondan sonra insanlar, Karamehmet’in iki tane üç tane kamyonu geçti diye bunun hesabını yapıyordu. Şimdi İscehisar’da kimse kimseyi görmüyor. Allah yüzümü kara çıkarmadı.
En önemlisi mermere gönül vermişsiniz…
Tabi, mermere gönül verdik. Çok şey kaybettim aslında ama hep düze çıktım. İki defa büyük badireler atlattım. 1975’te 30-40 bin lira vardı. Şeker fabrikasıyla iş yapıyordum. Kireç taşı ihalesi vardı. Şuayip Demirel’in babası Ekrem Demirel vardı. Bize hiç iş vermiyorlar demişti bana. Ben de yardımcı oldum, onlara iş verildi.
Kaç çocuğunuz, kaç oğlunuz, kaç torununuz var?
Ben 80 yaşına girdim. 1936 doğumluyum. Sekiz çocuğum var. 3 oğlum beş de kızım var. Hepsini evlendirdim. Pardon son numara hala bekar. Torunlarımın tam sayısını bilmiyorum, herhalde bir 20-30 tane torunum vardır. Bayramda geliyorlar, sıraya giriyorlar. Hepsinin durumları iyi.
Neden hiç yurtdışına çıkmadınız? Özellikle İtalya’daki Carrara şehrini neden ziyaret etmediniz?
Çocuklarım gezsin, gitsin, görsünler. Zaten şimdi Amerika’ya, Çin’e gidiyorlar. İtalya, Almanya, Fransa, Suudi Arabistan, Hindistan, hep gidiyorlar. Bana da hep “gidelim” dediler ama ben gitmem dedim. Benim yerim burası. Gelip çayımı kahvemi içiyorum, arabama binip evime gidiyorum. Artık birazda ticaretin dışına çıktım. Daha çok hayır işlerine, sosyal konulara vakit ayırıyorum. 2016 da ilçemize 12 derslikli bir okul yapıp milli eğitime teslim ettik.
Türkiye’de bir çok ocak gezdiniz. Çok beğenip de alamadığınız bir ocak oldu mu?
Bakmadığımız yer kalmadı belki ama bizim iyi değil dediğimiz yerlerden çok güzel taşlar çıktı. Mesela şu an tonu 500-550 Dollar’a satılan yerler var. Bunlara bakıyorduk, üstü çamur gibiydi, çok parçalı ve çatlaklı ve delikli olunca o zamanki bilgimiz dahilinde olmaz diyorduk. Fakat şimdiki teknoloji ve bilgi buraları ekonomik hale getirdi. O dönemlerde beyaz ve siyah mermer ile traverten çok gidiyordu, bej satılmıyordu. Şimdi de bej popüler oldu. Herkes bej alıp gidiyor.
Siz beyaz mermeri çok seviyorsunuz değil mi?
O zaman Afyon’da meşhur mermer diye geliyorlardı beyaza. Biz de satabileceğimiz mermer diye çalışıyorduk. Fakat Afyon beyaz, şeker güzel mermer Allah için.
Traverten o yıllarda alınıp satılıyor muydu?
Az çok gidiyordu. Fazla da yoktu, arabayla götürüp satıyorduk. İhracatı sonra başladı. Amerika ağırlıklı olarak traverten çok tutulmaya başlandı. Biz travertenin o çok hızlı pazarının olduğu yıllarda ağırlıklı olarak traverten çalıştık. Amerika başta olmak üzere ciddi bir pazar da yaptık orada. Daha sonra Çin devreye girince bej üretimine de ağırlık verdik.
Eklemek istedikleriniz, geçmişe yönelik hayıflanmalarınız var mı?
Biz biraz geç kaldık bazı işlerde. Bazı ocakları elimizde tutmadık, bıraktık, şimdi o ocaklar tutuluyor. Bir ocağımız gitti, şu anki sahibi yılda 20-30 milyon TL para kazanıyor. O ocakta gözümüz kaldığı için söylemiyorum. Sadece kaçırdığımız bir fırsatı anlatmak için bunu dile getirdim. Dönem dönem renkler, bölgeler moda oluyor. Çin’i de unutmamak lazım sektöre ciddi katkı sundu en az 10 yıldır sektörü ayakta tutuyor. Mermercilik işte böyle bir şey!
Röportaj/Interviev: Ersin BOZKURT