O sanata, doğaya aşık bir ressam.. Türk çağdaş sanatının öne çıkan genç isimlerinden…Burcu Perçin.. Çok küçük yaştan beri sanat ile iç içe bir yaşam süren Perçin, fırçası ve boyaları ile gördüklerini, bazen de gördüklerini hayali ile harmanlayarak tuvaline yansıtıyor.. Çalışmalarında sosyal ve çevresel konulara duyduğu derin bağlılıkla hareket ettiğini belirten genç ressam, terk edilmiş endüstriyel mekanları, şehrin içindeki yapay doğa manzaraları gibi birbirini doğuran temalar üzerinde çalışıyor. Perçin’in doğal taş ocakları temalı çalışmaları ise, 7 yıl önce Güneydoğu’ya gerçekleştirdiği ziyaret ile oluşuyor. Orada gördüğü doğal taş ocaklarından çok etkilenen Perçin, böylece doğal taş ocakları temalı eserleri için çalışmalara başlıyor. Bunun için ise Marmara Adası’ndan, Yatağan’a, Afyonkarahisar’dan, Karadeniz’e, Kemerburgaz’a ve Carrara ‘da ki mermer ocaklarına kadar, çok pek ocağı ziyaret ediyor. Hatta bir keresinde bunun için, tek bir seferde 1200 kmlik yol bile gidiyor. Resimle tanışması, sergileri, doğal taş ocaklarına olan ilgisi ve ocaklara gerçekleştirdiği ziyaretlere kadar daha bir çok şeyi gelin kendisinden dinleyelim.
*Resim tutkunuzu nasıl keşfettiniz?
Sanatla çok küçük yaştan beri iç içeyim. Çocukken bale yaptım ve müzik eğitimi aldım. Ortaokulda ilgim resme yöneldi. Güzel Sanatlar Lisesi’nin sınavına hazırlandığım süre içinde resme olan tutkumu, yeteneğimi fark edip ressam olmaya karar verdim.
Şu an kurmuş olduğum disiplini lisede edindiğimi söyleyebilirim. Ardından Mimar Sinan Üniversitesi Resim Bölümü’ne girdim. Mimar Sinan’da öğrenciyken çoğunlukla oto portreler ve onları çevreleyen iç mekan resimleri yapıyordum. Kendi atölyemde üretmeye başlayınca, pencereden dışarı bakan iç ve dış mekanları bir arada gösterdiğim işler oluştu. İlk sergimde ise (2005) tamamen dışarı çıkarak yabanıl ormanların içinde insan figürleri ve insan yapımı nesneleri resmettim. Kentin içinden doğaya bakışım daha sonraki dönemde beni tekrar endüstrinin merkezine getirdi. 2007-2010 yılları arasında sanayi tesislerinin ve objelerinin olduğu bir dizi dış mekan ve boş otoyol resimleri yaptım. 2010’dan sonra terk edilmiş binaları ve devasa sanayi tesislerinin iç mekanlarını işledim. 2014 yılına gelindiğinde taş ve mermer ocaklarına odaklanarak, doğada yaşanan değişimi ifade ettim. Son 2 yılda ise ‘Yeşili Doldurmak’ isimli sergi ve devam eden seri üzerinde çalışıyorum, bu temayla yapay doğa manzaralarına odaklanıyorum.
Peki neden doğal taş ocakları? Doğal taş ocakları temalı çalışmalarınızın hikayesi nasıl ortaya çıktı?
Çalışmalarımda sosyal ve çevresel konulara duyduğum derin bağlılıkla hareket ediyorum. Genellikle etkilenen çevreyi merkeze alıyorum. İşlevini yitirmiş, terk edilmiş endüstriyel mekanlar, kazılan dağlar, şehrin içindeki yapay doğa manzaraları gibi birbirini doğuran temalar üzerinde çalışıyorum.
Taş ve mermer ocaklarıyla ilgili yaptığım projenin fikri, ilk kez 7 sene evvel Güneydoğu’da yaptığım bir seyahatte oluştu. Orada gördüğüm taş ocakları, daha sonra dağlara yapılan müdahale üzerine düşünmeme ve fotoğraflar çekmeme sebep oldu. Hem tarihsel, mitolojik, kültürel hem de ekolojik ve ekonomik olarak çok büyük bir değer olan dağların büyük değişimine karşı duyduğum kaygı, zaman içinde bir seriye dönüştü ve 2014 yılında ‘Dağların Sahibi Yoktur’ sergisini açtım.
*Bu eserleri ortaya çıkarmak için Türkiye ve yurt dışında hangi mermer ocaklarını ziyaret ettiniz?
Türkiye’de; Marmara Adası, Yatağan, Afyon, Karadeniz Bölgesi ve Kemerburgaz bu seriyi oluşturmak için gittiğim yerler arasında.. Türkiye’nin hemen her bölgesine yayılmış bu ocaklara ulaşmak benim için çok zor olmadı. Bir kez tek seferde 1200 kmlik yol yaptım. Sahada bulunmak, gözlem yapmak beni besliyor. İşlerimdeki hem görsel etkiyi hem de içeriği oluşturmama yardımcı oluyor. Genelde farklı zamanlarda birkaç günlük seyahatler yapıyorum.
Sergiyi açtıktan sonra ise bu temaya olan ilgim devam etti ve dünyanın en büyük mermer ocaklarının olduğu bölgeye, Carrara’ya gittim. Oradan yola çıkarak işler üretmeye devam ettim..
Ocakların çoğu biçimsel olarak birbirinden farklı ama genel bir beyaz ton hakim. Beyazın bin bir çeşit tonunu gözlemlemek, resimlerimde bu ton zenginliğini nasıl kullanacağımı şekillendirdi. Ayrıca ocaklarda gezerken maddeyi malzemeyi yakından görmek, temas etmek, işlerimde beni heykelimsi formlara yönlendirdi. Kendi resimsel üslubumdan feyz alıp doğal taş ve mermerleri keserek, kırarak bir nevi kolaj mantığında oluşturduğum mermerden rölyefler yaptım.
*Ocaklara gittiğinizde size yardımcı oluyorlar mı? Zor durumda kaldığınız anlar oldu mu?
Genelde şanslı olduğum bir konu bu. Mesela Marmara Adası’na bir arkadaşımla gittim, onun tanıdığı biri sayesinde fotoğraf çekmek için izin alabildik. Carrara’da ise tesadüf eseri tanıştığım, orda jeolog olarak çalışan, beni gezdiren iyi yürekli Carlo sayesinde güvenli bir şekilde birçok ocağın içine girebildim. Bazı yerlerde ressam olduğumu söyleyip, katalog gösterdiğimde sempatiyle karşılıyorlar, çekim yapmak benim için kolaylaşıyor. Kimseye sormadan uzaktan aldığım görüntüler de oldu tabii… Örneğin Yatağan’daki mermer ocağı! 2013 yazı ailemle birlikte erkenden uzun bir yolculuğa çıkmıştık. Yatağan’a geldiğimizde uzaktan bembeyaz, kazılmış bir dağ gördüm. Çevredekilere sorarak bu dağa ulaştık. Annem, babam arabada beklerken ben tek başına fotoğraf çekmek için ocağın içine girdim. Günün doğuşuyla oluşan ışık süzmeleri koca mermer ocağında büyülü bir atmosfer yaratmıştı! Sessizlikte sadece bir iki iş makinasının hafif sesi duyuluyordu. Işığın yarattığı inanılmaz estetik bir görüntü vardı. Aradığım malzemeyi bulmanın sevinciyle etrafta dolaştım. Devasa dağın içinde her şey çok küçük kalmıştı. Yürürken üstüm başım tamamen mermer tozu oldu. Etrafta kimsenin olmaması beni biraz ürküttü. Tam geri dönmek üzereyken çok uzakta nerdeyse nokta kadar görünen bir adam fark ettim. Muhtemelen çalışan işçilerden biriydi. Onun da beni gördüğünü hissettim. Sergimdeki bir resmim de o kişiyi de koydum.
*Mermer ocaklarını ziyaret ettiğinizde, ocaklara baktığınızda hissettiğiniz duyguyu merak ediyorum. Ocaklar size nasıl bir mesaj veriyor ve siz mermer ocağı temalı eserlerinizle nasıl bir mesaj vermek istiyorsunuz?
Öncelikle dağların tüm canlılar için bir yaşam alanı ve kaynağı olmaktan çıkartılıp, küresel sermayenin hizmetinde tüketilmesine tanık oluyorum. İnsan müdahaleleri sonucunda coğrafyanın değiştiğini görüyorum ve bir ressam olarak doğanın bu tahribatıyla ilgili izlenimlerimi aktarma ihtiyacı duyuyorum.
Üretim sürecinde, doğaya yapılan, geri dönüşü olmayan müdahaleler sonrasında, doğanın buna karşı cevabı ne olacak sorusu sık sık aklıma gelen sorulardan biri oldu.
Ayrıca bu imajlar beni resimsel olarak da bu konuya bağlıyor.. Ortaya çıkan form, renk ve dokular teknik arayışlarıma cevap veren bir niteliğe sahip. Bu yerlerle baş başa kaldığımda nesnelerin, yüzeylerin estetik gücü beni ele geçiriyor, dolayısıyla oluşan estetik algı kimi zaman tahribat duygusunun önüne geçebiliyor. Örneğin bir mermer ocağında gezerken, yakından incelediğim bir mermerin yüzeyinde bile kendimce farklı resim dillerini yakalıyorum, bu da tuvalin karşısında bana yeni yorumlamalar getirmeme yardımcı oluyor.
*Kendinizi çevreci bir hareketin içinde mi görüyorsunuz?
Çevreci bir hareketin ya da oluşumun içinde değilim. Yaptığım işlerde genelde çevre sorunlarına odaklanıyorum. Amacım didaktik bir şekilde öğüt vermek değil, insanları merak etmeye yönlendirmek ve belki bu temel konular hakkında biraz daha düşünmelerine sebep olmak istiyorum.
Bununla birlikte farklı disiplinlerdeki insanlarla ya da sanatçılarla bir araya gelerek çevre temalı projeler üzerine sergiler gerçekleştirmek arzusu duyuyorum.
*Atölyeniz nerede, biraz üretim sürecinizden bahsedebilir misiniz? Nasıl bir teknik ile resimlerinizi yapıyorsunuz?
Atölyem Moda’da. Düzenli çalışırım ve disipline önem veririm. Genelde sabah 11’de atölyeye gidip, 7-8 saat boyunca müzik ve kahve eşliğinde çalışırım.
Yöntemlerim, paletim, kompozisyon anlayışım konunun beraberinde değişime uğrar. Kendime özgü, deneysel bir teknik kullanmayı tercih ediyorum. Resimlerime bakılan mesafe tekniğimin algısını değiştirebiliyor. Yakından bakıldığında soyut algılanan formlar biraz uzaklaştıkça bütünün parçası olarak daha fotoğrafik keskinliklere ulaşabiliyor. Dolayısıyla resmimin aynı anda hem gerçekçi ve hem de soyut resme referans verdiğini söyleyebilirim.
Resmin yanı sıra heykel ve fotoğraf disiplinleri üzerinden de kendimi ifade ediyorum. Foto-kolaj, fotoğraf üzerine yağlı boyayla müdahale ettiği işler ve doğal taşlardan oluşturduğum rölyef işlerim resimlerimle paralellik gösterir.
*Doğal taşlarla yaptığınız çalışmalarınızda kullanacağınız taşları nasıl belirliyorsunuz? Ağırlıklı olarak hangi taşları kullanıyorsunuz ve nerelerden temin ediyorsunuz?
Taşları, yaptığım eskize göre belirliyorum. Hangi taşları kullanacağım hangi renkleri seçtiğim eskiz yaparken netleşiyor. İstanbul ve çevresindeki mermercilerin birçoğunu gezerek bu taşları topluyorum. Mümkün olduğunca, bu bölgelerde bulduğum atık taşları değerlendirmeye çalışıyorum. Çoğu mermer oluyor, bazen granit, traverten gibi başka doğal taşlar da işime dahil olabiliyor. Boyayla müdahaleye ise her zaman ihtiyaç duymuyorum, taşların kendi renkleri o kadar güzel ve çarpıcı ki..
*Resmetmeyi çok istediğiniz bir yer, mermer ocağı var mı?
Şu an farklı bir tema üzerinde çalıştığım için, özellikle bir yer aklıma gelmiyor ama büyük bir elmas maden ocağı görmeyi, fotoğraflamayı isterdim.
*Eserlerinizin sergilenmesi için mermer fuarlarından davet aldınız mı? Böyle bir davet gelirse kabul eder misiniz?
Davet aldım fakat şartlar ve ortamın uygun olmaması nedeniyle kabul etmedim. Sanat fuarlarında mermer işlerimi sergilemek bana büyük heyecan verdi ve oldukça ilgi çekti. Fakat bu işlerin maliyeti ve malzemenin ağırlığı sebebiyle fuar stantlarında belli ölçülerde sınırlı kaldı. Bu sebeple sponsor eşliğinde belirli bir mekana uygulamak üzere mermer işlerimden daha büyük projeler yaratmayı çok isterim.
Röportaj: Şehriban ÇİMEN