Röportaj / Interview : Ersin BOZKURT – Şehriban ÇİMEN
Küçük bir atölye ile 1967’de başlayan bir hikayeye yolculuk yapmaya, onun kahramanları, ailesi, hobileri, en sevdikleri, hataları, hayalleri ile tanışmaya hazır mısınız?
Yıl 1974… Doğal taşın büyülü dünyasına atılan adım, İstanbul Bağcılar’da küçük çaplı bir fabrika yatırımı ile biraz daha büyüyordu…Takvimler 1986 yılını gösterdiğinde mermerin ihracat potansiyeli, kendini iyiden iyi göstermeye başlamıştı. O zamanlar özellikle Libya’ya gerçekleştirilen ihracat ön plana çıkıyordu. İhracatın Libya ile sınırlı kalmayacağının hissedilmesi ile birlikte, ticari limanlara yakın bir mermer fabrikası kurmanın gerekliği doğmuştu… Ve yıl 1990.. İstanbul’da başlayan mermer ticaretinin, Gemlik Limanına yakın olması nedeniyle Bursa’da devam edilmesine karar verilmişti..
Doğal taş sektöründeki potansiyeli, büyüme hissini çok önceden hissederek, yatırımlarını şekillendiren Efendioğlu Mermer artık dünyaya açılıyordu…
Yatırımcı, sevgi dolu, demokrat bir baba ve aynı duygular ile yetişmiş üç erkek çocuk el ele verip, büyük emeklerle hayallerle kurulan firmalarını daha da ileriye taşımak için var güçleri çalışıyor, Türkiye ile sınırlı kalmayıp, dünyadaki gelişmeleri yakından takip ediyorlardı.. Öyledir ki 2002 yılında Yunanistan’ın Selanik şehrinde düzenlenen mermer fuarına mermerci olarak katılan tek Türk firması onlardı. Bir de dergi vardı: Taş Dünyası.
Henüz 28 yaşındayken babası Halis Efendioğlu tarafından şirket yetkisi kendisine devredilen, bugün hala Efendioğlu Mermer Yönetim Kurulu Başkanlığı görevini yürüten Erol Efendioğlu o günleri şöyle anlatıyor:
“Yıl 2002, Abdullah abi (Taş Dünyası Dergisi kurucusu Abdullah Bozkurt) ile Selanik Fuarındaydık. Abdullah abi fuara dergiler getirdi. Dergi paketleri ağır olduğu için taşıyamıyordu, birlikte fuar alanının içine taşıdık dergi paketlerini. Yunanistan’da faaliyet gösteren mermer sektörü sergilediğimiz Marmara mermerlerine inanılmaz bir ilgi gösterdi. Danışmaya sorduğumda fuara katılan tek Türk firması olduğumuzu öğrendim. Bir de dergi olarak sadece Taş Dünyası Dergisi vardı. O fuardan sonra Marmara Adası yabancı kaynamaya başladı. Sonra Atina Fuarına katıldık. Firmamızın çıtasının yükselmesinde bunların çok büyük faydası oldu. Önce Yunanlılarla başladık, sonra tüm dünya… Hamam taşı, kurna taşı olarak söylenen Marmara Mermeri, bir baktık ki dünyadaki önemli isimlerin, çok önem verdiği projelerinde ana taş olarak kullanılmaya başladı. Teksas’ta petrol zenginlerine ait özel bir bankanın tüm alanları, koltuk kenarları da dahil Ekvator adını verdiğimiz Marmara taşımız ile kaplandı. Bu proje için 2005 yılında ticari alanda yılın mermeri ödülünü aldık. Daha sonra da aynı taşımız Donald Trump’un projesinde kullanıldı. Böylece de jet sosyeteye girmiş olduk.”
Küçük bir atölye ile başlayan hikaye bugün, üçüncü kuşak ile birlikte Bursa’nın Orhangazi ilçesinde, yılda 300.000 metrekare üretim, 200.000 metrekare ölçü kesim kapasitesine sahip tesisleri ile dünyanın 5 kıtasında 50’yi aşkın ülkede Türkiye’yi temsil ediyor. Yarım asrı geride bırakan firmanın kahramanları ile görkemli ofislerinde gerçekleştirdiğimiz sıcacık, samimi röportajımızı keyifle okumanız dileğiyle…
Erol Efendioğlu nasıl bir çocukluk geçirdi? Sürmene’de ki çocukluğunuzda, babanızla parka gittiğiniz, uçurtma uçurduğunuz zamanlar oldu mu?
Erol: Babamla parka da gittik, sinemaya da. Pazar günleri film seyretmek en büyük keyiflerimizden biriydi. Yılmaz Güney filmleri.. Ne çok severdi O’nun filmlerini. Daha okula bile gitmiyorum, küçücüğüm. İki arkadaş gibi, bir koltukta O, bir koltukta ben. Benim için büyük bir mutluluk. Çok güzel günlerdi…
Babanızın asla unutamadığınız öğüdü var mı?
Erol: Sevgi! Torunlarına da bunu aşıladı. Baskıcı değildi. Bizi, tam bir demokrasi içinde ve özgür bir ortamda yetiştirdi. Şiirle, edebiyatla içiçeydik. Babamın 700’e yakın şiiri var. Ben de biraz yazıyorum. Bugünki başarımızda, babamın sevgiye dayalı çocuk yetiştirme zihniyeti ve özgürlük anlayışı çok büyüktür.
Hatice: “Bir aileyi yücelten kadınlardır. Yaşamınız boyunca bu düşünce ile hareket edin.”
Alper: Ben alkol tüketen bir insanım, babamla da oturup içmişliğimiz sohbet etmişliğimiz var. Bundan da çok büyük keyif alıyorum. Bir gün bana, “Yarın öbür gün çekineceğin insanların yanında alkol tüketirken, ne kadar içtiğine çok dikkat et” demişti. Ben de yanlış bir şey söylediğimde utanacağım bir insansa, çok dikkat ediyorum.
İşi babanızdan ne zaman devraldınız ?
Erol: Ben 28 yaşındayken, babam işi bana devretti. En büyük çocuktum. Elini ayağını çekti. Bir nevi danışman gibi bizi uzaktan izledi. Hata yaptığımızı gördüğü zaman kırmadan dökmeden bize doğrusunu söyledi. Biz de üç kardeş babamızdan öğrendiğimiz şekilde yetiştirdik çocuklarımızı.
Fuarlarda artık sizi pek göremiyoruz, genelde çocukları gönderiyorsunuz. Siz de ihracat anlamında en azından çocuklara daha büyük yetkiler verdiniz, üretim anlamında da aynı yetkilere sahipler mi?
Erol: Fabrikanın üretim yetkisi tamamen Emrah’ta. Geçenlerde üretim ile ilgili bir talebim oldu. Bu talebim Emrah tarafından kesin kabul görmedi. Bunun üzerine “Emrah, bari söylediğim şeyi 70 gün sonra üretimde yap” dedim. “Bakarız” dedi. Sözün özü yetkiyi verdik ve çok büyük bir sorun olmadıkça da karışmıyoruz çocukların işlerine.
Alper: Mesela babam 30 der, ben 90 derim, 60’ta buluşuruz. Ama Emrah 90 diyorsa 90’da buluşma zorunluluğu oluyor. (gülüşmeler)
Erol: Benim oğlum, benim birimimde çalışmaz. Benim baktığım birimde, Ergün’ün çocuğu çalışır. Manisa ocak satışı, tamamen bendedir. Ama ben ne kadar karışıyorum, yüzde beş var mıdır? (çocuklara soruyor)
Alper: Yok bile. Yüzde 95 Emrah ilgileniyor. Karar vermesi zor durumlarda gelip, babama danışıyor.
Erol: Ben şunu diyorum, ‘Bizim kuşağımız bu yavru kurtlara, avlanmayı öğretecek.’ Eğer nasıl babam geri çekilip, danışman sıfatıyla bize 28 yaşında işi teslim edip, bizi yönlendirip, bize danışmanlık yapıp, avlanmayı öğrettiyse, biz de geride durup, bu kuşağa avlanmayı öğretmeliyiz. Hep ‘ben’ diye ön plana fırlarsak, birgün göçüp gittiğimizde onlar da hiçbir şey öğrenememiş olur .
İyi ki babam/oğlum yanımdaymış dediğiniz iş deneyiminiz var mı?
Erol: Benim çok oldu. Özellikle fiziksel anlamda yorgunluğum olduğu için, bu konuda çocuklarım açığı çok iyi kapatabiliyor. Mesela Çin Fuarlarına gitmek benim için çok yorucu ve gitme isteğim de artık yok. Fuarların dışında bazen haftada beş-altı müşteri geliyor. Onları ağırlayacaksın, yemeğe götüreceksin, ilgileneceksin…. Çocuklarımız bunları çok başarılı bir şekilde yapıyor.
Alper: İyi ki babam yanımda olayını hiç unutmadığım bir anı ile anlatmak istiyorum. İstanbul’dan Bursa’ya gelip, 35-40 bin TL’lik malzeme alan biri olmuştu. Karşılığında da çek vermişti. Gayette güzel, stoğumuzu temizlemişti. İkinci kez geldiklerinde ise 130-140 bin TL’lik alışveriş yapacaklardı. Ben ihracata baktığım için, konuya dışarıdan şahit oluyordum. Alıcı, yurt içi satış müdürü ile görüşürken babam onlara ‘merhaba’ dedi ve kendi ofisine geçti. Babam, satış müdürümüzü çağırdı ve ‘Bu adamı araştırın’ dedi. Neden diye sordular. Ödemesini ne ile yapıyor diye sordu babam. Çek ile ödemesini yapıyor araştırdık, her şey temiz cevabını aldı. Ama babam yine de İstanbul’a birini göndererek şirketi araştırmasını istedi. Bir gittiler baktılar ki, ortalıkta şirket adına hiçbir yok. O zaman dedim ki hakkikaten tecrübe çok ilginç bir şey. Bütün her şey düzgün görünüyordu. Adamın dolandırıcı olduğunu şöyle içeri girip, sadece bir bakış ile anlayabildi.
Nasıl anladınız?
Erol: Dikkatli şekilde bakınca gözlerini benden kaçırdı. Öyle olunca da bunun bir sıkıntısı var diye düşündüm.
Çocukların eğitim hayatları nasıl şekillendi?
Hatice: Uludağ Üniversitesi Çocuk Gelişimi mezunuyum.
Erol: Alper’i özel okula vermiştim. Birgün bana, özel ünivesitede değil de devlet ünivesitesinde okumak istediğini söyledi. Sen bilirsin oğlum dedim. Tamamen kendi kararıydı. Ayrıldı.
Herkesin okumak için can attığı ünivesiteden neden ayrılmak istedin?
Alper: Aslında çok keyifli bir yerdi. Paralı okumak, ideolojik bir takıntı oldu. Tekrar sınava hazırlandım, İzmir Dokuz Eylül İktisat Fakültesi’ni kazandım. Oradan da mezun oldum.
Erol: Mermer mesleği ile ilgili eğitim alan bir tek Emrah’tır. O da şöyle olmuştu. Tercihleri dolduruyordu. Birkaç tercihini yazdıktan sonra, ‘Hadi baba, bir tane de sen söyle’ dedi.
ODTÜ Maden Mühendisliği’ni yaz dedim. Maden mühendisliği ne ya dedi. Ne güzel açık havada, doğada iş yapacaksın dedim. İyi bakalım yazalım dedi. O tuttu. (gülüşmeler)
Babanızın fikirlerinize katılmadığınız zamanlar oldu mu?
Erol: Babam yatırımı seven bir insandı. Hızlı bir şekilde hemen yatırım yapmaya karar verirdi. Onu bu konuda uyardığımız zamanlar olurdu.
Hatice: Tabii oluyor, rahatça tartışabiliyoruz.
Sonunda ne oluyor peki? Sizin dediklerinizi dinleyen Erol Bey tamam siz haklınız mı diyor yoksa yumruğunu masaya vurup hayır benim dediğim mi olacak diyor ?
Alper: Fikri bastırarak kabul ettirme durumu söz konusu olmuyor. Tartıştığımız konular siyaset, futbol gibi güncel konular ise herkes kendi fikrini devam ettiriyor. İşle ilgili bir konu ise ve aksiyon alınacaksa fikirlerimizi dikkate alıp, nihai kararı babam veriyor. Genelde de aynı fikirde oluyoruz.
Erol: Emrah bütün dediklerimi reddeder. Siyasi olarak da, iş düşüncesi olarak da ailedeki en aykırı düşünce yapısı Emrah’ındır. Hatta geçen gün konuştuk, toplantı yaptık. İki sefer, onun söylediklerini kabul etmek zorunda kaldım. Küslüğümüz olmaz ama hiçbir fikrimizi de Emrah’a kabul ettiremeyiz.
Alper: Bir de şöyle bir durum var, iki ayrı fikir ortaya koyulduysa orta noktada buluşmak zorunda hissetmiyoruz kendimizi. Sen öyle düşünüyorsun, ben böyle düşünüyorum. Birbirimizin fikrine saygı duyup devam ediyoruz.
Bazı aile şirketlerinde bölünmeler oldu. Sizde derin tartışmalar yaşanmadı mı?
Erol: Ergün, Erkan ve ben ikinci kuşağız. Biz birarada durduk ve üçüncü kuşak olan dokuz genci kurumsal yapıda biraraya getirdik. Aile anayası ile de birarada tutuyoruz. Çok bağlayıcı olan Aile anayasasını, tamamen centilmenlik anlaşması olarak görüyorum.
Babalar mı çocukları birarada tutuyor?
Erol: Türkiye’de üçüncü kuşakta birarada kalma şansı yüzde 10 bile değil. Bizim üçüncü kuşak bu sıkıntıyı farketmiş durumda. Sıkıntıya göre de tedbir üretmeye çalışıyor. Bütünlüğü sağlayıp bu işten nasıl karlı çıkarızın bilincindeler.
Alper: Biz aileyiz, bize hiçbir şey olmaz diyerek herkes kendi işine bakmıyor. Biraraya gelip diyoruz ki, ‘Tehlikeli bir dönem. Bir sürü aile bunun altından kalkamamışsa, mutlaka bir sebebi vardır. Nedir bu sebepler, ortaya koyalım. Bizim bir arada kalmamız için birbirimizin nesine dikkat etmemiz gerekiyor, birbirimize nasıl yaklaşmamız gerekiyor, nasıl saygı duymalıyız, bu saygıyı nasıl devam ettirmeliyiz, sıkıntı olduğunda bunu nasıl aşmalıyız?’, bu konuları hep konuşuyoruz. Şimdiye kadar büyük bir problem olmadı. Umarım üç değil, dördüncü kuşağa da taşıyabiliriz.
Atadan gelen bu işi yapmak zorunda mıyız dediğiniz, olmuyor mu?
Alper: Babamlarla beraber küçüklüğümden beri işyerine gidip geliyordum. Çok içşelleştirdiğim için heralde, öyle bir düşüncem olmadı. Küçükken takım seçilir ya, biz de o duygu da olmadı. Biz hep Trabzonsporluyduk. Tartışmaya açık bir konu değildi. Anayasanın değişmez kurallarından biriydi.
Baskı mı vardı?
Erol: (Gülüyor) Emrah Galatasaraylıydı değil mi? Çok uzun süre Galatasaraylıydı.
Hatice: Ben de bi ara Beşiktaşlı olmuştum.
Ersin Bozkurt: Ama siz doğru yolu bulmuşsunuz. Keşke vazgeçmeseydiniz. ( gülüşmeler)
Ben bu olaya hiç karışmayayım babam ya da oğlum daha iyisini bilir dediğiniz anlar oluyor mu?
Erol: Özel hayatlarında asla müdahil olmadım. Niye? Çünkü babam beni öyle yetiştirdi. Öyle yetişmekten de çok keyif aldım.
Çocukken babanızla mı annenizle mi dertleşirdiniz?
Hatice: Annemle
Alper: Dedem. Fıkralar anlatırdı. Herkesin dilinden anlardı. Herkesle nasıl iletişime geçeceğini çok iyi bilirdi. Güzel bir insandı.
Hatice: Dedem bambaşka birisiydi. Komşular dedemle muhabbet etmeye gelirdi.
Erol: Ben de babacıydım..
Çocuklarınızı hiç ayağınızda sallayıp uyuttunuz mu?
Bir tek kızım Hatice’yi salladığımı hatırlıyorum. Çekyatta oturur, ayağımda sallardım. Çünkü çok ağlardı. Kolay kolay da susmazdı. (gülüşmeler) Annem ve babamla hep aynı evde olduğumuz için erkek çocuklarım da dedelerinin kucağında büyüdüler.
Beraber futbol oynadınız mı?
Alper: Amcamlarla futbol oynardık babam ise genelde izleyici kısmındaydı.
Erol: Genelde maçı saha kenarından izlerdim. Çünkü o yaşlarda sigara sorunum vardı. Hatta bir maçta Erkan (Efendioğlu) düştü. Erkan, dizin kırıldı dedim. Erkan o kadar demir adamdır ki, benim bir şeyim yok diyerek maçı tamamladı. Ertesi gün ise teşhis konuldu, dizde kırık vardı. Birgün alçılı dizi ile evde yatıyordu ve birlikte televizyonda maç izliyorduk. Babam ‘Biraz sohbet edelim’ dedi. Baba biliyorsun maçın hastasıyım dedim. Babam da Erkan’ı göstererek, ‘Maçın hastası böyle olur bak, hasta yatıyor’ dedi.
Babanızın en güçlü, en sevdiğiniz tarafını anlatır mısınız?
Alper: O kadar çok var ki…En başta çok karizmatik bir adam. Sadece duruşu, görüntüsü ile değil bilgi birikimiyle, insanlara olan yaklaşımı ile derin bir iz bırakabiliyor.
Erol: Çocuklarım hiçbir zaman kavgadan hoşlanmadılar. İnatçı değiller. Bir şekilde uzlaşıyorlar. O huylarını çok beğeniyorum. Bu durum da hem kendi işlerini hem de etrafındakilerin işlerini kolaylaştırıyor.
Emrah Hariç?
Erol: Emrah’ın öyle bir tutumu vardır ki kızamazsın. Aykırıdır, kendini o şekilde kabul ettirmiştir.
Alper: Ailede, akrabalarda bir düğün olduğu zaman biz hep gideriz. Bir tanesine gitmeyelim, bize darılırlar. Emrah ise hiçbirine gitmez ama Ona darılan yok. Hatta birgün dayım bana, ‘Emrah, dayın seninle tanışmak istiyormuş’ diyor dedi. (gülüşmeler)
Babanızı beş kelime ile anlatır mısınız?
Alper / Hatice: Güçlü-Karizmatik-Lider-Demokrat- Hoşsohbetli
1 Kelime 1 Cevap
Yaşadığınız şehir: Bursa
Mermer : Ekmek (Erol) , İş (Hatice), Meslek (Alper)
Trump : Umarım biran önce gider (Erol) , Korkutucu (Hatice), Towers (Alper)
Fuar : İhracat (Erol), hiç katılmadım (Hatice), Müşteri (Alper)
Ekonomi : Epey bir zaman bekleyeceğiz (Erol), Düzelir umarım (Hatice), mücadele gerektiren bir sürece giriyoruz (Alper)
Çin : Yeni keşfedilen çok büyük bir dünya (Erol), Dev ekonomi (Hatice), Büyüme (Alper)
Hindistan : Yeni pazar (Erol), Dans (Hatice), Blok pazarı (Alper)
İtalya : Medeniyet (Erol), Balayı (Hatice), Sanat (Alper)
Epoksi : Sağlamlık (Erol), Fikrim yok (Hatice), Önemli bir maaliyet kalemi (Alper)
Abrasiv : Cila (Erol), Bilmiyorum (Hatice), Yüzey (Alper)
Otel : Konaklama (Erol), Tatil (Hatice), Seyahat (Alper)
Uçak : Endişe (Erol), Korku (Hatice), Yurt dışı (Alper)
Ocak : Bereket (Erol), Mermer (Hatice), Hammadde (Alper)
Katrak : Verimlilik (Erol), Plaka (Alper)
Blok : Hammadde (Erol), Hindistan (Alper)
Sanat : Heykel (Erol), Mermer (Hatice), Yaşamın anlamı (Alper)
Turkish Stone World Magazine : Yılların dostluğu(Erol), Röportaj (Hatice), Abdullah Bozkurt (Alper)
Ergün Efendioğlu: “Şirketi çocukların raporlarından takip ediyoruz”
Birarada yapmayı en çok sevdiğiniz şey nedir? Benzer hobileriniz var mı?
Halis: Birarada yemek yemekten, sinemaya gitmekten büyük keyif alıyoruz. Hatta sinema etkinliklerimiz de oluyor.
Ergün : Perşembe günleri ailecek akşam yemeği yiyoruz. Gelinler, torun çocuklar hep birarada. Pazar günleri de kahvaltıda biraraya geliyoruz. Bazen de Trabzonspor’un devre maçları oluyor, onu da beraber izleyip, beraber ağlaşmayı seviyoruz.
Hepiniz Trabzonspor’u mu tutuyorsunuz?
Bütün aile Trabzonsporlu.
Şirket içerisindeki otoriteyi çocuklara bırakmak, içerisinde sizin olmadığınız bir yönetimde elde edilmiş bir başarı sizde neler hissettiriyor?
Ergün: Şahsım adına çok mutlu oluyorum. Çocuklarım da biliyor zaten. Kurumsallaşma adına beş yıldır profesyonel anlamda tamamen kendimi geri çektim, çocuklara devrettim ve bütün samimiyetimle söylüyorum, bu genç yaşlarına rağmen bizden daha başarılılar. Belki yeni teknolojilere kolay adapte oldukları için, bütün şuan ki ortam onların dünyasına daha uygun olduğu için olabilir. Ama şu bir gerçek tesbit, çocuklar şu anda bizden daha iyi yönetiyorlar çünkü çok daha iyi veri alabiliyorlar. Emre’nin ve Halis’in çıkardığı raporları bilançodan yönetmeyi öğrendik artık. Onlar operasyonel anlamda şirketin en çok nerelerinde kırmızı kalemler var, fuzuli giderler nereler, hangi ürünlerde daha çok kar ediyoruz, gece/gündüz üretiminde elektriğin fiyatına varıncaya kadar her şeyi detaylandırıp raporlar hazırlayarak bize sunuyorlar. Çünkü bugün işletmelerin karlılığı detaylarda gizli. Hani diyorlar ya “ya kimsenin yapmadığını yap, ya da kimsenin yapamadığını yap”, şu anda sektörde çok az firma kurumsallaşarak marka yaratarak ikinci jenerasyonun önünü açtı. “Hep ben” demeyen çok az yönetici var, biz abim ve Erkan ile işimizi, bir Aile Anayasası çerçevesinde uzlaşmak kaydıyla çocuklarımıza emanet ederek onlara duyduğumuz güveni gösterdik. Rahmetli babam da öyle yapmıştı. Biz şimdi daha gelip danışılıp, şunda takıldık ne yapabiliriz denildiği noktada devreye giriyoruz. Bundan da çok mutluyuz. Şirketimizde özellikle son beş yıldır, gelinen noktanın genel mimarı, bu çocuklar.
İyi ki oğullarım/ babam yanımdaymış dediğiniz bir iş deneyimi oldu mu?
Ergün: Özellikle son zamanlarda bazı yatırımların doğru olmadığını, işletmenin zarar ettiğini verilerle getirerek belki de şirketi çok daha kötü bir noktaya gitmekten kurtardılar. Abartmadan söyleyebilirim ki, o verilerle bu şirketi iflastan kurtardılar. Bu yüzden özellikle son zamanlarda çok fazla; iyi ki çoçuklar varmış diyorum. Bizi belki de ipten aldılar.
Halis: Yönetim kurulunu bir şeye ikna etmek istediğimiz zaman, basamak oluyorlar. Yatırımla ilgili babamın bahsettiği şeylerden birkaçını ben söyledim ama ben söyleyince “bu ne anlar” oluyor genel olarak. Ama babamı ikna edip de yönetimde bunu dile getirdiği zaman etkisi ayrı oluyor. Rakamları ben çıkarıyorum ama elçiliği babam yapıyor. “İyi ki amcam var” dediğim zamanlar da oluyor.
Emre: Ben her zaman diyorum “iyi ki varlar” diye çünkü bizi yetiştirenler de onlar, bizim çocukluğumuzda bize verdikleri destek, eğitimimize gösterdikleri özen ve özveri ile yetiştirdikleri için elimizden geleni yapmaya çalışıyoruz. Onlardan da iyi olmaya gayret ediyoruz. Kendileri ortaokul, lise terk olmalarına rağmen bizi üniversitede okutturdular, her türlü aktiviteyi yapmamız için ön ayak oldular. Maddi manevi çok ciddi destekleri oldu. Hatta olmaya da devam ediyor Ve o yüzden hepsi için “iyi ki varlar” diyorum.
Babalar çocuklara çok kolay müdahale ediyor da çoçuklar babalara müdahale ederken olay çıkıyor genelde. Babanızın yaptığı ama sizin çok hatalı bulduğunuz bir konuyu babanızla tartışma cesaretinizi kendinizde bulabiliyor musunuz?
Ergün: Gerçekten o demokratik ortamı sağladığımızı düşünüyorum. Ama yine de bu sorunun yanıtını çocuklar versin.
Emre: Bu konuda çok rahat olduğumuzu rahatlıkla söyleyebilirim.
Halis: Kim haklıysa, karşı tarafı ikna ediyor, onlar haklıysa onlar bize verileri sunup evet onlar haklıymış diyoruz.
Doğal taş sektörü zor bir sektör. Size dedenizden babalarınızdan gelen bir sektör. Keşke başka bir iş kolunda olsaydım dediğiniz oluyor mu?
Emre: Benim oluyor. O da şöyle. Taş işi zevkli bir iş, ama rakipler çok acımasız. Şöyle acımasız, benim burada iş güvenliğim, çevre uyumum tam. Maaşım düzgün. Maaşım neyse devlete ödediğim vergi de aynı ama bazı şehirlerde atölye fabrikası arası iş yapan rakiplerime bakıyorum, bir este koyuyor, ocaktan molozu alıyor, koyuyor estenin başına Suriyeliyi, Afganlıyı, Pakistanlıyı. Çevre uyumu deseniz yok. Arıtmanın çamurun nereye gittiği belli değil. İş güvenliği kuralları tam değil. Maaş zaten, resmi bir maaş yok. 1200-1300 TL civarlarında maaş ödeniyor. Ben bu adamla nasıl rekabet edeceğim. Benim mermerim pahalı, onların ki ucuz oluyor.
Halis: Doğal taş sektöründe faaliyet gösteriyor olmaktan çok mutluyum. İşimizin içinde sanat, ticaret, dünya ile ilişkiler, teknoloji var. Dünyayı takip ediyoruz. Bir çok kolun olduğu bir sektörde olduğum için, işimi çok seviyorum. Bir gün hiç unutmam babamın da dostu Rüştü Hoca, ‘Tüm mermer sektörü için konuşuyorum, yazıklar olsun. Buğday bir yılda yetişiyor, nimet bu diye onu öpüp başımızın üstüne koyuyoruz. Türk mermer sektörü ise milyonlarca yılda oluşmuş mermerleri çok ucuz fiyatlara satıyor’ demişti. Çok doğru bir söz. Üzüldüğünüz bir nokta var mı diye sorarsanız, işte tam da bu. Kalifiyeli, eğitimli kesim artıkça fiyatların da hak ettiği seviyeye geleceğini düşünüyorum. Fiyat odaklı değil kalite, marka, sanat odaklı rakabet olması gerekir.
Babanızın size göre en güçlü yanı, özellikli tarafı nedir?
Emre: Diplomasisi çok kuvvetli.
Halis: Birleştirici yanı çok iyi.
Oğullarınızın hangi özelliğini beğeniyorsunuz. Güçlü tarafları neler?
Emre için söylersem, sayısal zekası çok yüksek, Erol Abi (Efendioğlu) de Emrah aynı özelliklere sahiptir, Halis için söylersem, sözel insan ilişkileri zekası daha yüksek. Geçtiğimiz aylarda kaybettiğimiz Marmara Adası’ndaki tarihi fabrikanın sahibi Canberk Saylam Bey bize demişti ki, “Üç kardeş o kadar çok farklı özelliklerle birbirinizi tamamlıyorsunuz ki, Erol Beyin liderlik vasfı, Ergün Beyin birleştiricilik özelliği, Erkan Beyin işi yönetme kabiliyeti sizi her zaman ayakta tutar.”Emre ile Halis’in birbirinden farklı çok özelliği var. Bu özellikleri birleştirdiğimiz zaman çok daha fazla verim sağlıyorlar. Birbirlerini mükemmel tamamlıyorlar. Bu özellikleri ile inşallah firmamıza ve sektöre faydaları üst düzeyde artar. Onlara hep söylerim, “Hayalleriniz daha güzel arabam, daha çok evim olsun değil, daha fazla insana faydam dokunsun olmalı. Sizin en büyük hayaliniz yaşadığımız bölgede daha fazla sayıda insana istihdam sağlamak, çalıştırdığımız insanların ve onların ailelerinin hayır duasını alabilmek olmalı” İnsana faydalı olurken ihracat yaparken de ülkeye faydalı oluyoruz. Tabii bu bazen insanı yoruyor. Çocuklar haklı kayıt dışı ülkenin en büyük problemlerinden O kayıt dışı bizi haksız rekabete götürüyor. Haksız rekabet de insanın mücadele etme azmini kırıyor. Bunu kabul ederek mücadele edeceğiz. Sektörün sivil toplum örgütleri bu konuda gerekli mücadeleyi veriyor. Yeterli oluyor mu? Bu, sadece sektörün değil, ülkenin sorunu.
Çocuklarınızı ayağınıza alıp salladınız mı, gazını çıkarıttınız mı, altını değiştirdiniz mi?
Ergün: Anadolu Kültürü’nden dolayı rahmetli eşim alt değiştirmeyi erkeğin yapmaması gerektiğini düşünürdü. Ama ayakta sallamak, gece masal anlatarak uyutmak, birlikte maçlara gitmek..Hepsini yaptık. Hatta bir gün, Eskişehir’de şampiyonluğu kaybettik ağlaya ağlaya geldik. Biz maç konusunda habire ağlarız. Yaşım 57 oldu, bu yaşa gelen babanın en tatlı anıları, o günlerdir. Ama o günlerde galiba işe çok yoğunlaşıyorduk. Bugün torunumuza daha fazla vakit ayırıp ,daha farklı sevebiliyoruz.
Emre: O da ayrı bir ülke gerçeği. Benim kendi şampiyonluğum var çalınan gasp edilen.
Çocuk yaşlarda bir sorununuz olduğunda anneye mi koşardınız babaya mı?
Emre: Babama
Halis: İkisine de. Daha çok kime diye soracak olursanız babama.
Bize beş kelime ile babanızı anlatır mısınız ?
Emre: Uzlaşmacı, Sevecen, Politik, Lider, Güçlü
Halis: Dürüst, Sevecen, Çalışkan, Pozitif, Karizmatik
1 Kelime 1 Cevap
Mermer : Hayatımız (Ergün), Ekmek (Emre) İşimiz (Halis)
Trump : Güç (Ergün), Zorba (Emre), Müşterimiz (Halis)
Fuar : Vitrin (Ergün), Satış (Emre), Pazarlama (Halis)
Ekonomi : Bu yıl çok zor (Ergün), Kötü (Emre), her şey (Halis)
Çin : Ekmeğimiz (Ergün), Velinimet (Emre), Süper güç (Halis)
Hindistan : Velinimet (Ergün), Velinimet (Emre), Gelecek (Halis)
İtalya : Vizyon (Ergün), Tasarım (Emre), Sanat (Halis)
Epoksi : Masraf (Ergün) Verimlilik (Emre), Kurtarıcı (Halis)
Abrasiv : Teknoloji (Ergün), Pırıltı (Emre), Işıltı (Halis)
Otel : Huzur (Ergün), Maliyet (Emre), Tatil (Halis)
Uçak : Kolaylık (Ergün), Yorgunluk (Emre), Ticaret (Halis)
Ocak : Ekmek (Ergün), Para (Emre), Nimet (Halis)
Katrak : Teknoloji (Ergün), Başlangıç (Emre), Bitiş (devri kapanıyor) (Halis)
Blok : Gelecek (Ergün), Altın (Emre), Hammadde (Halis)
Turkish Stone World Magazine : Sektörümüzün vitrini (Ergün), sektörün ciddi dergisi (Emre), doğal taşın vitrini (Halis)
5G : Teknoloji (Ergün), devrim (Emre), devrim (Halis)